“IDUK” GELENEĞİNİN ANADOLU’DA YAŞATILAN ŞEKLİ ELİKÖTÜOĞLU HAK SALIMI
Yard Doç. Dr. Namık ASLAN
ÖZ: İslâm öncesi Türk inanç sisteminin “tabiat kültü” çerçevesindeki bir kansız kurban uygulaması (ıdık, ıduk) ana hatlarıyla kaynakların ışığında değerlendirilmiş, kökleri çok eskilere dayanan bu geleneğin, Sivas’ın Kangal ilçesine bağlı Etyemez Köyü’nden derlenen bir sürümü yorumlanmaya çalışılmıştır. Etyemez Köyü “Hak Salım” töreni; motifleri ve bu motiflerin simgelediği değerler yönünden incelenmiştir.
Anahtar Kelimeler: Kansız Kurban Sunma Geleneği, Tabiata Adanan Kurban, Iduk, Şaman, Muskacı, Kemik Saplı Bıçak A Kind of Iduk Tradition Which it Still Living in Anatolia (The Tradition of Right Release of Etyemez Village)
ABSTRACT: In this paper, the application of bloodless s crifice in the frame-work of “belief of nature” in Turkish belief system before Islam has been evaluated in line wi h the literature. One of the variants of this tradition found in Sivas/Kangal/Etyemez Village that goes as far back as early Turkish period before Islam has been interpreted. The case in the village of Etyemez has been analyzed from the point of motiphs and the norms symbolizing these motiphs. Key Words: The Tradition of Bloodless Sacrifice, Sacrifice for Nature, Iduk, Şaman, Amulet-writer, Knife With Bone Handle
Türklerde Kurban Geleneği ve “Iduk” Âdeti
İslâmiyete dâhil olduktan sonra, onun en yılmaz savunuculuğunu yapan ve adı Müslümanlıkla adeta özdeşleştirilen Türkler; bin yıldan fazla bir zaman İslâmı yaymak ve yaşatmak uğruna göğüslerini siper etmelerine rağmen, eski inançlarıyla alakalı pek çok uygulamayı da sıkı sıkıya inanarak, İslâmla bir arada yaşatmayı bilmişlerdir (Eröz 1977: 296).
Yapılan derlemeler Anadolu’da bugün bile Şamanlık veya Kamlık döneminin pek çok bakiyelerinin islâmi bir kisve altında varlığını sürdürdüğünü göstermektedir. Doğum, düğün, ölüm gibi hayatın en önemli geçiş safhalarının, bu ritüellerin yoğunlukla muhafaza edildiği alanlar olduğu, yine araştırmaların neticesidir. Kültürel hayatın pek çok alanında gözlemleyebildiğimiz bu eslci inanç pratiklerinin yer yer sembolik bir vasıf kazanıp, kimi masallarda, fıkralarda ve özellikle de oyunlarda (koy seyirlik oyunları ve çocuk oyunlarında) bir motif halinde varlıklarını sürdürdükleri söylenebilir (And 1985: 74, Kara ağ 1978: 11).
Türklerin, tarihin çok eski zamanlarından beri şükür ve dilek ritüellerinde (gerek bayrama dönüşmüş veya adak şeklinde olanlarında), Tanrıya yaklaşma aracı olarak kurbanı vasıta ettikleri bilinmektedir. Türk içtimai hayatının özellikle geçiş safhaları kurbanla birlikte icra edilir. Doğumlar, OlOtolo,, toy-düğünler, şölenler, bayramlar, yatır ve mezar ziyaretleri, hayvancılık ve ziraat hayatı ile ilgili bereket dileklerinde, Tanrı’ya yakarışlar hep kurban aracılığı ile yapılırdı (Eröz 1980: 17-22). Şamanlıkta, kurban sunulmadan ayin ve tören yapılmadığı gibi (Gökyay 2000: CDXXIX), her ayin için kanlı veya kansız kurban bulunması adeta bir zorunluluk idi (İnan 1995: 97). Yazımı= başlığında belirttiğimiz çerçevenin dışına çıkmamak için kurbanla ilgili detaylara girmeyeceğiz. Vereceğimiz kaynakçanın bu ayrıntılarla alakalı olarak kafalardaki soru işaretlerini gidereceğini düşünüyoruz (Esin 1978: 100-101, Kalafat 1995: 110, Roux 1994: 199, Ögel 1995: 464, Günay-Güngör 1997: 65, İnan 1987: 617-618, Tanyu 1998: 26, Kafesoğlu 1980: 50, 1984: 289, inan 1991: 215-221, Radloff 1976: 211-303). Ancak aşağıda yorumlamaya çalışacağımız törenle ilgili kimi motiflerin anlaşılabilmesi için, bazı teme hususların hatırlatılması yararlı olacaktır.
Türklerde, Tanrıya yaklaşma vasıtası olarak görülen kurbanların, kanlı ve kansız olarak iki farklı biçimde sunulduğunu görüyoruz. Kanlı kurbanla ilgili olarak Dede Korkurt’ta da sıkça geçen “attan aygır, deveden buğra, koyundan koç öldürgil (Ergin 1994: 80-81) ifadesinin çok şeyi açıkladığını düşünüyoruz. Kurban için erkek hayvanın tercihi ve hikayelerdeki yer yer derin islâmi etkiye rağmen, atın kurban olarak halen ilk sırada verilmiş olması oldukça anlamlıdır. Zaten Türklerde en makbul kurbanın at olduğu, attan sonra da koyunun tercih edildiği bilinmektedir (İnan 1995: 100).
Kansız kurban uygulamalarına gelince:
Abdülkadir İnan’ın belirttiğine göre «saç:, yalma, tös yedirme, ateşe yağ atma ve şarap serpme” gibi törenler bu cins kurbanlardandır. (İnan 1995: 98). Anadolu’da bunların sembolik şekillere dönüşmüş (düğün konfetileri, ağaçlara bez bağlama, mum yakma vb. gibi) daha pek çok yansımalarının olduğu da bilinmektedir (Beki 2004: 11-18). Yapılan ayin ve törenlerden anlaşılacağı üzere, bu uygulamaların resmi olanları yanında, ekseriyetle özel amaçlar içi oldukları söylenebilir. Tanrının rızasını kazanma, hastalıkların göçürülmesi, ruhlardan izin almak, şükür bildirmek, af ve hacet dilemek vb. gibi uygulamalar özel ayinlerdir. İslâm öncesi Türk inanç pratikleri çerçevesinde «Özel ayinlerden en önemlisi ruhlardan birine ıdık (oy:k, ızık) bağışlarken yapılan törendir” (İnan 1995: 107).
Divanü Lügat-it-Türk’te de geçen “ıdık” yahut “adak”: “Kutlu ve mübarek olan her nesne, Sahibinin yaptığı bir adak için bırakılan hayvan” şeklinde açıklanmıştır (Atalay 1992: 65). Mehmet Ertiz’ün Türkiye Türkçesinde “adak” şekline dönüştüğünü söylediği ıdık uygulaması (Eröz 1980: 211-216), Abdülkadir İnan’a göre kansız kurbanların en önemlisidir (İnan 1995: 98). Bu ritüelin (ıdık veya ıduk töreninin) Asya Türkleri arasında yaşatılan pek çok farklı şekillerinin Verbitski, Radlof, Katanuf, Anohin ve başka Türkologlar tarafından tespit edilmesine karşılık (İnan 1995: 102), Anadolu’daki yansımaları ile ilgili bir tespit henüz yapılmış değildir. Çoban kültü çerçevesinde “saya gezme”, Şık kömbesi”, “kuzunun tüyü bitti” gibi köy seyirlik oyunlarımıza yansıyan bereket amaçlı kimi ritüel kutlamalar olmakla birlikte, bu oyunları “ıduk” töreniyle ile ilişkilendirmek güçtür (Elçin 1991: 42-45).
Etyemez Köyü “Hak salımı” Âdeti Etyemez Köylülerinin “Hak Salımı” adını verdiği, Erkan Arslantaş aracılığı ile derlediğimiz ve “ıduk” geleneğinin bir devamı olabileceğini düşündüğümüz törenin uygulama safhaları, kaynak kişilerin birbirlerini tamamlayarak anlattıkları şekliyle şöyledir:
“Bu töreni her yıl yapmamız söz konusu değildir. Orta halli ve varlıklı ailelere özgü, bir tür özel kutlamadır. Birkaç yılda bir, köyün ileri gelenlerinin de katılımıyla nevruz ayı da dediğimiz bahar ayında yaparız. Koyunların kuzulamaya başladığı sırada doğan ilk erkek kuzuyu salımlık olarak seçeriz. İlk kuzunun erkek olmasını tanrının bir lütfu olarak görürüz. Sürünün devamı ve dölün bereketi için bu uğur sayılır.” (Mehmet Ali Arslantaş, Muammer Arslantaş, Hamza Arslantaş)
Uygulamadan anlaşılacağı üzere “salım” işlemi, bir yıl önceden alınan bir kararla yapılmalctadır. Tören; mala, cana gelebilecek bir kötülüğü engellemek ya da şükür amaçlı bir tür özel sunum durumundadır. Kişisel bir ayin olmakla birlikte, ilan ve tanıklığı için olsa gerek, protokol huzurunda olmaktadır. Bolluk, bereket dilenen üreme amaçlı bu uygulamada, seçilen kurbanın erkek olması ise, törenin en önemli yanı olsa gerekti,. Semavi dinlerin etkisi ve pek çok kültürün “bereket tanrısını” erkeklik organıyla simgelemeleri sebebiyle, bunun evrensel bir motif olduğmm söylemek mütnlaindür. Ancak, motifin Türk Kültürü için milli bir değer taşıdığı da gözden uzak tutulmamalıdır. Doğan ilk ku.nun erkek olmasının Tanrı’nın Iütfil olarak yorumlaması ve bunu sürünün devamı için bir işaret sayarak kıırban olmaya gerekçe gösterilmesi, söz konusu motifin evrensel gerekçelerinden farklıdır.
Bilindiği gibi, soyun erkek çocuklar aracılığı ile oluşu, Türk aile anlayışı ile ilgili temel bir olgudur. Kızlar evlenip baba ocağından ayrıldıktan sonra, baba tarafı ile akrabalıkları bile büyük ölçüde biter. Evlenen kızlar koca soyunu kaydolunmuş sayılırlar (Ögel 1988: 248). Salmalık seçilecek kuzunun erkekten seçilmesi, sürünün devamı ve dölün bereketi için “erkek” oluşun bir işaret olarak yorumlanması; Türk Kültürünün soy anlayışıyla ilişkilendirilebilir. Bu ilişki, Dede Korkut Oğuzlarının gerek resmi gerekse özel törenlerde Tanrıya ulaşma aracı olarak sundukları kurbanlarda attan aygırı, deveden buğrayı koyundan koçu tercih etmelerinin de sebebi olsa gerektir. Seçilen erkekler, sürünün diğer kuzularından ayrılır ve bir yıl boyunca itina ile beslenir. Semiz bir koç kıvamına gelen hayvanın koyunlarla bir araya getirilmesine ve çiftleşmesine izin vermeyiz. “Hayvanın yüzünü açmamak” da dediğimiz bu durum, günahsızlık ve temizlikle Salıma hazırlanan hayvana son olarak, “tırnak bakımı” “işaretleme” yaparız. Tırnak bakımı, dışarıya ilk kez çıkacağı için gereklidir. İşaretleme ise, salım olduğunun herkesçe anlaşılması içindir.
İşaretleme kök boya ile yapılır. Tercih kınadan yanadır. Omuzdan kuyruğa kadar belirgin bir şekilde sürülen kim ya da boya, kuruyup tutam kadar koçu bekletiriz. Tören, köyün ileri gelenlerinin de hazır bulunduğu bir ortamda Cuma namazından önce yapılır. Köy muskacısının idare ettiği ayinde mal sahibi de hazır bulunur. Hazırlanan koç, köylüce kutsal sayılan ve “ziyaret” diye adlandırılan mekana götürülür. Muskacı, dua eşliğinde “kurt ağzı bağı” adını verdiği bir muskayı yeşil bir kumaşa sararak hayvanın boğazına asar. Ardından kemik saplı bir bıçak üzerine dualar okuyarak üç kez bıçağın ağzım açıp kapatır ve bıçağı satma sahibine verir. Satma sahibine ağzı kapalı olarak verilen bıçağı, Cuma namazı çıkışında cami kapısında yeniden açarlar.
Tören sırasında muskacının yaptığı dua şöyledir:
“Bismillahirrahmanirrahim
Hak yoluna, peygamber yoluna, devlet yoluna, kişi yoluna… Devlet başta ola, kul malı leşte ola.
Başın gözün sadakası, kulun huzuru, malın refahı niyetine, Satma payı kabul ola.
Vatanın kurt-kuşuna, böcük-cücük cümlesi dişine feda ola. Hak yarattığı,
Mevlâ’nın yapıp yetirdiği yedirdiği…
Cümle ondan alınır, ona verilir.
Ağ ciğeri ağ kurdun, kara ciğeri kara kurdun,
Geri kalanı cümle mübarek toprağın yurdun.
Allah’ım, satma payımızı haram kurt paylamasın, mundar kuş eylemesin. Hınzır kanlıya, haram kursaklıya, umm adlıya nasip olmasın.
Helal elin helal malı, doğru işe doğru aşa gire.
Allah kabul eyleye.
Bir ala, beş vere.”
Amin
Dölün bereketli, tabiatın cömert olması için, doğaya hediye edilen bu hayvanın niyetine Allah’tan sürünü selametini isteriz. Satma salınan hayvanın çalınması, kesilip etinin yenilmesi, tutulup mal edinilmesi yasaktır. Salıma bırakılan hayvan dönüp köye gelse dahi ağıla konulmaz ve sürüye katılmaz. O artık doğanın malıdır. Sırtına vurulan damga uzun süre çıkmayacak şekilde işlendiği için herkesçe bilinir. Doğaya salınan bu sahipsiz ve korumasız hayvanın akıbeti bellidir. Kısa bir süre sonra umumiyetle bir çoban veya herhangi bir kimse tarafından hayvanın kalıntıları bulunur ve sahibi durumdan haberdar edilir. Haber mutlulukla karşılanır. Zira bu hâli, salmanın Allah katında kabul gördüğünün işareti olarak yorumlarız. Haberi alan salma sahibi, “salma hediği” denilen içinde buğday, nohut, fasulye, mercimek, gibi ürünlerin bulunduğu “köy çerezi” de diyebileceğimiz haşlama türü bir yemeği, komşulara dağıtmak suretiyle işlemi tamamlamış olur. (Mehmet Ali Arslantaş, Muammer Arslantaş, Hamza Arslantaş)
Geleneğin sürdürüldüğü yer; Sivas Kangal Etyemez köyüdür. Ozellikle Sivas yöresinde Eski Türk inançlarını!’ izini süren ve adak yerleriyle ilgili kıymetli bir de çalışma ortaya koyan değerli araştırmacı Kutlu Özen’in bu adak yerinden ve “Etyemez Babadan” bahsetmemiş olması gözden kaçmış olsa gerektir (Özen 1996: 58-59). İnan’ın; “terim olarak tanrıya gönderilmiş, tanrıya bağışlanarak salıverilmiş hayvan demektir” (İnan 1995: 98) şeklinde açıkladığı “ıdık” töreninin, Kaşgarlı’nın tarifinden pek de farklı olmayan bu yansımasının (Etyemez köyü “Hak Salime” geleneğinin) kimi yönlerine dikkat çekmek istiyoruz. “Hak Salımı” tabir olunan bu uygulamanın adlandırılışında dahi, “ıdık” kelimesinin günümüz Türkçesi’ndeki anlamına bağlı kalınmış olması oldukça manidardır. İnan’ın belirttiğine göre Ichk; “harfi harfine salıverilmiş” demektir (İnan 1995: 98).
“Salmak” eyleminden ”salım” kelimesinin türetilip bu törene ad yapılması, törenin kaynağı ile ilgili bir ipucu olarak yorumlanabilir. Bir diğer önemli husus, “ıdık” törenlerindeki töreni icra eden şamanın yerini “Hak salımı” töreninde icracı olarak “Muska.” adı verilen bir kişinin almış olmasıdır. Şamanların sihir, büyü, efsun işleriyle de uğraştıkları dikkate alınırsa, muskacılık ve Şamanlık arasında bir ilişki kurulması hiç de zor olmayacaktır. Zaten muskacı denilen kişinin köydeki tek görevi bu törenleri yönetmek de değildir. Kaynak şahısların “Muskacı” ile ilgili olarak sorduğumuz başka sorularda verdikleri cevaplardan öğrendiklerimiz şeyler oldukça ilgi çekicidir. Etyemez Köyü Muskacısı ile eski “ıduk” törenlerini icra eden şaman arasında kurduğtımuz benzerlik ilişkisi, daha çok bu bilgilere istinadendir. Karşılaştığımız pek çok güçlüğü ona danışarak çözmeye çalışırız. Saygın ve bilge kişiliğini kesinlikle tartışmayın. Hem sayarız hem de çekinir korkarız. Yapılabilecek yanlışların ve haksızlıldann ona malum olacağına inanırız. Çoculdan izlemek ve onlarla ilgilenmek en çok özen gösterdiği işlerdendir. Çocukları isimleriyle çağırmayıp, fiziki görünüşleri, karakterlerinin ön plana çıkan belirgin özellikleri veya yaptıkları bir işle onları özdeşleştirip lakap takar. Sadece çocukların değil, büyüklerin de lakap takım işini o yapar. Hastalıkları iyileştirir, lunk ve çıluklan sarar. Hayvanların yavrulamalarına yardımcı olur. Köyün tabibi olduğu kadar veterinerlik hizmetini de o yürütür. Yaptığı bu işler karşılığında kimseden maddi bir şey talep etmez. İhtiyacı oranında ziraat yapmak ve hayvan beslemekten başka, toprak damları pekiştirmek için “loğ” ya da “ytıvak” tabir olan taş kesme işi, ot yastık basma ve tandır yapma zanaatı, Etyemez Köyünde muskacının ailesine özgü bir meslek dalıdır. Kadın hastalıklarını iyileştirmek ve özellikle halk arasında “göbek oymak” tabir olunan işlemi uygulamaları için, “el vermek” suretiyle köyden iki de kadın görevlendirmiştir. (Erkan Arslantaş,) Söylenilenlerden anlaşılan o ki Muskacı, Etyemez Köylüleri için manevi bir güç kaynağı ve sıkıntılı anlarda onların dayanağı gibidir. Muskacının Etyemez’deki bu sihirli, büyülü ve saygın kişiliğinin ayrıca değerlendirilmesi gerekir diye düşünüyoruz. Ancak kaynak kişilerin ondan bahsederken, bildiklerini aktarmada pek gönüllü olmadıklarını, hatırasının zarar görebileceği endişesini taşıdıklarını, söyleyebilirim.
Salıma bırakılan hayvanın herkesçe bilinen bir alamet taşıması ve dokunulmaz oluşu, Kaşgarlı’nın “ıduk” tarifiyle benzerlik arz eden hususlardır. Bırakılmadan önce omuz hizasından kuyruğuna kadar varsa kına yakılmak, luna olmadığı durumlarda ise aşı da denilen kök boya sürülmek suretiyle hayvan işaretlenmektedir. Kaynak şahıslar, “Sat:ma salınan hayvan çalınması, kesilip etinin yenilmesi, tutulup mal edinilmesi yasaktır.” şeklindeki beyanları, Kaşgarlı’nın “ıduk” bırakılan hayvan için söylediği; “Yük yaratmaz, sütü sağılmaz, yönü kırkılınaz” (Atalay 1992: 65) ifadeleriyle aynen örtüşmektedir. Bize göre bu geleneğin en dikkate değer yanlarından biri, Muskacının tören sırasında okuduğu Türkçe duadır. “… Vatanın kurt-kuşun, böciik-cücük cümle dişine feda ola, Akeiğeri ak kurdun, karaciğeri kara kurdun geriye kalanı cümle mübarek toprağın yurdun…” gibi ifadelerin şaman dualarını çağrıştırıyor olması çok manidardır. Salımdan ak kurda, kara kurda pay çıkartılması, Yaşar Kalafat’ın; “Karaçay Türk Halk inançları” başlığı altında bahsettiği “kurt payı” (Kalafat 2002: 145) geleneğini çağrıştırmaktadır. “Hak Salımı” geleneği ile doğrudan alakalı olmamakla birlikte, “çoban kültü’ ve “kurt payı” geleneği çerçevesinde değerlendirilebileceği için kaynak kişilerin anlattığı bir “kara kurt efsanesini de burada vermek istiyorum. Dedem, bir gözünün kör ve ölümsüz olduğuna tüm köylünün inandığı iri bir kara kurttan bahsetmişti. Söylediğine göre, sadece aç olduğu zaman sürüye uğrarmış. Bu kurt geldiğinde ne koyunlar ürker ne de köpekler havlarmış. Sürüden bir mor koyun alarak uzaklaşırmış. Kışın çetin geçtiği ve yiyecek bulmakta güçlük çektiği zamanlarda ise, başını göğe kaldırarak ulur ve bunun üzerine gökten el kadar beyaz bir nesne düşermiş. Gökten düşen bu beyaz şeyi yiyen kurt iki yıl süreyle acıkmaz ve bir şey yemezmiş. Ben daha çocuktum. O gece dedemle birlikte sürünün yanında yatmıştım. Gece dedem beni sesledi. “Uyan, sessiz ol ve izle sürüye kara kurt geldi” dedi. Gözlerimi ovuşturarak sessizce izledim. Koca bir gölge gibiydi. Hızla kayboldu. Sabah kalktığınızda bir mor koyunun kaybolduğunu gördük. (Erkan Arslantaş) Salıma bırakılan hayvanın vatanın kurdum, kuşun feda edildiği dikkate alınırsa, Bu efsanenin dolaylı da olsa “Hak salımı” âdetiyle ilişkili olduğu düşünülebilir.
Uygulamanın baharda yapılması, sununun erkekten seçilmesi, temizliğinin ve saflığının ön plana çıkartılması, özen gösterilmesi gibi hususlar, geleneğin en eski şeklini büyük ölçüde muhafaza ederek yaşatıldığına delil sayılabilir. Törenin ziyaret tabir olunan kutsal bir mekanda yapılması, kurt ağzı bağlama, &anın kemik saplı bir bıçak üzerine okunması ve kurbanın yerine ulaştığına kanaat getirildikten sonra hedik yapılıp komşulara dağıtılması gibi hususlar, başka kimi ritüellerde de tespit edebildiğimiz (ocaklar, sağaltmalarla ilgili efsunlamaların bıçakla yapılması, diş hediği gibi) sembolik uygulamalar olsa gerektir. Salımın yapıldığı ve ziyaret tabir olunan yer, köye de adını veren “Etyemez Baba”nın mezarının bulunduğu yerdir. Kaynak şahısların Etyemez Baba hakkında anlattıkları bir efsane şu şekildedir: Fakir bir aile, çocuklarının da çok sevdiği tek koyunlarını keserek bu eren misafir edip ağırlamak isterler. Daveti kabul edip yemeğe gelen eren, ağlamakta olan çocuktan durumu öğrenince, bütün olarak kızartılıp pişirilmiş koyunu bir sihir işaretiyle diriltir ve oradan ayrılır. İşte o günden sonra bu keramet ehli kimse, “Etyemez Baba” diye asılır. İşte muskacı dediğimiz kişi bu Etyemez Baba’nın akrabası mıymış, talebesi miymiş derler. Türbeye de o bakar, türbe ateşini de o yakar. (Erkan Arslantaş) Yukarıda lusaca tamtmağa çalıştığımız ve “Muskacı” tabir olunan kişinin, Etyemez Baba’nın soyundan geldiğine ya da onun talebesi olduğuna inanılmaktadır. Muskacı, aynı zamanda Etyemez Baba’ınn türbedarıdır. Mezarın bulunduğu bölgenin bakım ve temizliğini yaptığı gibi perşembeyi cumaya bağlayan her akşam ziyaret tepesinde ateş yakma işini de onun yaptığı belirtilmiştir. Etyemez Baba ile Muskacı arasında kurulan bu ilişki, Muskacı’nın köylüler arasındaki saygınlığını artıran önemli bir etmen olsa gerektir. Tören sırasında okunan duanın bıçak üzerine yapılması, demirin koruyucu ruhu simgelemesi ve demir kültüyle alakalı olarak yorumlanabilir.
Kötü ruhların kovulması için demirin kullanılması (al karısını koyma, hastalıklardan kurtulma için yapılan efsunlamalar ve şaman elbiselerindeki muhtelif ziller ve metaller gibi) başka kimi uygulamalarda da gözlenebilen bir husustur. Ancak bıçağın “kemik saplı” olması yoruma muhtaç görünmektedir. Türklerle, “demir kültünün” koruyuculuk vasfiyla par lellik arz eden bir de “kemik kültü olabileceği düşünülebilir. Kurban kemiklerine gösterilen özen ve özellikle kurban başı iskeletlerini sırığa geçirmek veya “ağıt-ahır”gibi yerlerin giriş kapılarına asmak suretiyle Anadolu’nun muhtelif bölgelerinde bugün de gözlenebilen kimi hususlar, kürek kemiğinden fal bakmak, Anadolu kadınlarının süslenme aracı olarak “kemik taraklar!” tercih etmeleri, ayrıca çocukların omzuna talulan nazarlıklarda kemik (diş ve özellikle küçük kuşların kanat kemikleri) bulunması gibi adet ve uygulamalar (ki, kemikle ilgili bu adet ve uygulamaların sayısını araştırmalarla artırmak mümkündür) düşüncenizi destekler mahiyettelci örneklerdir. Bu tespitin doğnılugundan hareket edersek, üzerine dua edilen bıçağın niçin kemik saplı olması gerektiği de bir anlam kazanacaktır. Kurt ağzı bağlama sırasında bıçağın ağzının açılıp kapanması ise, ağız baglamakla ilgili taklidi bir gösterin veya sihri bir işaret olarak yorumlanabilir. İşlemin üç kez yapılmasının, evrensel bir boyutu da olan üçleme veya üç kuralıyla ilgili olduğu aşikârdır. Sonuç Ayrıntılarını verip yorumlamaya çalıştığımız bu uygulamanın Kangal yöresinde yaşatılıyor olması tesadüf olmasa gerektir. Anadolu’da istninin koyunculukla özdeşleştiği ve çobanlık kültürünün canlılığını muhafaza ettiği ender bölgelerden birinin Kangal yöresi olduğu düşünülürse, törenin anlamı daha da kolay anlaşılacaktır. Etyemez Köyünden derlenen ve “Hak Salim” tabir olunan bu gelenek; Türk Kültürünün İslam öncesi inanç sistemi dâhilinde “hayvancılık kültüne” bağlı olarak kutladığı bir bereket töreninin, günümüzde de varlığını devam ettiren bir sürümü olsa gerektir. Samanlık döneminin bir kalıntıyı sayılabilecek bu tespitin folklorumuz açısından fevkalade önemli olduğu kanaatindeyiz. Benzer uygulamaların, koyunculuk uğraşının canlılığını muhafaza ettiği Anadolu’nun başka yerlerinde de yaşatıllyor olması muhtemeldir.
KAYNAKLAR
1- Yazılı Kaynaklar
1-AND, Metin (1985), Geleneksel Türkk Tiyatrosu, Inkılap Kitabevi, Istanbul.
2-BEKKI, Selahaddin (2004), “Nevruz Kurban ilişkisi ve Kurban Bağla Olarak Yapılan Ritler-Pratikler”, Hacı Bektaş Veli Araş.ma Dergisi, S. 29,
3-KAŞGARL1 MAHMUT (1985), Div.ii Lılgat-it-Türk Tercümesi IIII, (çev., Besim Atalay), Tü. Dil Kurumu Yaymlan, Ankara.
4-ELÇIN, Şükrü (1991), Anadolu Köy Ona Oyunları, Türk Kültürünü Araştuma Enstitüsü Yayınları, Ankara.
5-ERGIN, Muharrem (1994), Dede Korkut Kitabı I, Türk Dil Kurumu Yayınlar, Ankara.
6-ERGINER, Gürbüz (1997), Kurban, Kurbanın Kökenini ve Anadolu’da Kanlı Kurban Ritüelleri, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul.
7-EROZ, Mehmet (1980), “Türk Boylannda ‘Kansız Kurban’ Geleneği”, Türk Kültürü, Yıl XVIII, S. 211-214, Ankara.
8-EROZ, Mehmet (1977), Türkiye’de Alevilik Bektâşîlik, Otag Matbaacılık, İstanbul. ESIN, Emel (1978), İslâmiyetten Önce Türk Kültür Tarihi ve Islama Giriş, Edebiyat Fakültesi Matbaası, Istanbul.
9-GÜNAY, Onver-GÜNGÖR, Harun (1997), Türklerin Dini Tarihi, Ocak Yayınlar, Istanbul.
10-GÖKTAY, Orhan Şaik (2000), Dedem Korkudıın Kitabı, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları. Istanbul.
11-INAN, Abdülkadir (1995), Tarihte ve Bugün Şamanizm, Materyaller ve Araştırmalar, Türk Tarih Kurumu Yayınları, Ankara.
12-INAN, Abdülkadir (1987), Makaleler ve Incelemeler, Türk Tarih Kurumu Yayınları Ankara.
13-INAN, Abdülkadir (1991), “Bel. Türklerinde Gök Tannya Kurban T6- reni”, Makaleler ve Incelemeler II.Cil, Türk Tarih Kurumu Yayınlar, Ankara.
14-KAFESOGLU, Ibrahim (1980), Eski Tü. Din, Kültür Bakanlığı Yaymlan, Ankara.
15-KAFESOĞLU, Ibrahim (1984), Türk Milli Kül…, Boğaziçi Yayınlar, Istanbul.
16-KALAFAT, Yaşar (2002), Türk Halit Inançları I, Kültür Bakanlığı Yayınlar, Ankara.
17-KALAFAT, Yaşar (1995), Doğu Anadolu’da Eski Türk Inançlarının Izleri, Atatürk Külffir Merkezi Yayınları, Ankara.
18-KARADAĞ, Nurhan (1978), Köy Seyir’. Oyunları, Türkiye Iş Bankası Yayınlar, Ankara.
19-RADLOFF, N. (1976), Sibirya’dan (çev.,Alımet Temir), Milli Eğitim Basınıev, Istanbul
20-ROUX, J.P. (1994), Türklerin ve Moğollann Eski Dini (çev., Aykut K…1,d), Işaret Yayınları, Istanbul.
21-0GEL, Bahaeddin (1988), Türk Kültürünün Gelişme Çaglan, Türk Dünyası araştırmaları Vakfı Yayınları, Istanbul.
22-ÖZEN, Kutlu (1996), Sivas ve Divriği Yöresinde Eski Türk Inançlarına Bagh Adak Yerleri, Dilek Matbaası, Sivas.
23-ŞENER, Cemal (1997), Türklerin Müslümanlıktan Önceki Dini Şamanizm, Ad Yayıncılık, Istanbul.
24-TANYU, Hikmet (1998), Türklerin Dini Tarihçesi, Burak Yayınları, Istanbul.
2- Sözlü Kaynaklar
Kaynak Kişi-1
Adı Soyadı: Erkan ARSLANTAŞ.
Doğum Yeri ve Tarihi: Etyemez Köyü, 1982.
Mesleği: Öğretmen adayı.
Öğrenim Durumu: Üniversite.
Görüşme Yeri Tarihi ve Süresi: Etyemez Köyü, Aralık 2005, 60 dakika.
Anlattıklarını Kimden Duyduğu: Dedesinden.
Kaynak Kişi-2
Adı Soyadı: Mehmet Ali ARSLANTAŞ.
Doğum Yeri ve Tarihi: Etyemez, 1930.
Mesleği: Çiftçi.
Öğrenim Durumu: Okuryazar değil
Görüşme Yeri Tarihi ve Süresi: Etyemez Köyü, Nisan 2005, 2 saat
Anlattıklarını Kimden Duyduğu: Büyüklerinden duydukları ve deneyimleri.
Kaynak Kişi-3
Adı Soyadı: Muammer ARSLANTAŞ
Doğum Yeri ve Tarihi: Etyemez Köyü, 1959.
Mesleği: Hayvancılıkla uğraşıyor.
Öğrenim Durumu: İlkokul
Görüşme Yeri Tarihi ve Süresi: Etyemez Köyü, Nisan 32005, 2 saat.
Anlattıklarını Kimden Duyduğu: Babasından ve deneyimleri.
Kaynak Kişi- 4
Adı Soyadı: Hamza ARSLANTAŞ
Doğum Yeri ve Tarihi: Etyemez Köyü, 1931.
Mesleği: Çiftçi.
Öğrenim Durumu: Okuryazar değil
Görüşme Yeri Tarihi ve Süresi: Etyemez Köyü, Nisan 2005, 2 saat
Anlattıklarını Kimden Duyduğu: Büyüklerinden duydukları ve deneyimleri.
http://www.tubar.com.tr/TUBAR%20DOSYA/pdf/2006BAHAR/19.15.n.%20aslan.s.245-256.pdf