OSMAN ELİKÖTÜOĞLU KİŞİSEL WEB SAYFASI

Dernekçilik ve Aidiyet Algoritması Üzerine!

Sözlerime başlamadan önce bilmeyenlerin olabileceğini göz önünde bulundurarak “algoritma” kelimesinin tanımını yapalım istiyorum.

Algoritma: Belirli ve tanımlanmış bir sorunu, problemi çözmek için veya hedefe ulaşmak için tasarlanan yol, modelleme veya bir nevi taktik.

Tanımlamadan da anlaşılacağı üzere bugün ki konularımız “Dernek, Dernekçilik, Dernek Sıkıntıları ve Aidat Toplayabilme” müesseseleri, yönetmeliği, talimatı ve aygıtlarıdır .

Dernekçilik denilince en başta zihnimizde oluşturduğu ambians ve çağrışımlara dikkat çekilmelidir. Aslında üzerinde ihtisas yapılması gereken konu da budur. Zira her bir bireyin dernekçilikten anladığı, dernekçilikten beklediği ve derneğe verebileceği argümanlar tamamen zıt olabiliyor. Özelikle de 70’li, 80’li ve 90’lı yıllarda taşradan büyük şehirlere göçen memleketim insanı kendisini bir anda, taşınıp geldiği köyün ve kasabanın samimi ve organik ortamından yapay, kargaşalı ve samimiyetsiz yerleşkelerde bulduklarından, dernekçilik manifestosunun ekseri onların üzerine okunması tarafındayım. Çünkü onlar 25-30 yıl önce metropollere geldiklerinde o kadar yalnız ve kimsesiz hissetmişlerdi ki kendilerini, kendi memleketlerinin her bir objesine tapar olmuşlardır. Sonuçta da İstanbul ve Ankara gibi kozmopolit şehirlerde adım başı her sokakta bir “Köy, İlçe ve İl Derneği” kendine yer buldu. Hemşehri derneklerinin sayısının artması, her köyün, her ilçenin derneğinin artması aslında o dönemlerde sözüm ona büyükşehirlere tam adapte olamamış bireylerine bulunmaz bir fırsattı. Hafta sonları derneklerine geldiklerinde, akrabasını, eşini, dostunu, köylüsünü bir nevi herkesi bir arada görme fırsatı yakalıyorlardı kendi çaplarında “sosyalleşiyorlardı”.

90’ların başındaki bu samimi sosyalleşme zamanla yerini, kağıt ve zar oyunlarına bıraktı veya bırakmak zorunda kaldı. Derneklerimiz maalesef dernek, dirlik kelimesinin kök anlamına zıt şekilde davranarak itibarını ve işlevini yitirmiş oldu. Zaman artık su gibi akıp gidiyordu dernekçiliğe hizmet eden 90’ların gençleri artık evlenmiş, barklanmış ve çoluk çocuğa karışmışlardı. İlk zamanlarda eşlerine, çocuklarına ayırmadıkları zamanlarını ve nakitlerini ayırdıkları dernekleri artık onlarında gözünde sıradanlaşmış, kısır döngüye girmiş, vasatlaşmış ve cazibesini yitirmişti. Çünkü kendilerinin bu kadar gayret, özveri, samimiyetlerine rağmen hala etrafındaki köylüleri, hemşehrileri, akrabalarında aynı azmi ve samimiyeti bulamamışlardı.

Samimiyetsizliğin hat safhalarda olduğu 2000’li yıllar gelmişti artık. Bu ilk zamanların “taşralıları” bu seferde şehirleşme rüzgarına ayak uydurarak, bulundukları kentlere uyum sağlamışlardı. Artık her yıl yazları gittikleri çoluğunu, çocuğunu yola alıp düştükleri köylerine 2-3 yılda bir uğrar olmuşlardı. Köyde bulundukları sürelerde de eskisi gibi kapı kapı köylüsünün, akrabasının evlerini de ziyaret etmez olmuşlardı. Hatta köyde bulunduklarını da kimse bilmezdi çünkü eskiden samimi geldikleri köylerine tatil havasında gelir olmuşlardı.

Kapıya dayanan 2010’lu yıllar her bir açıdan, ruhsuzluğun, şuursuzluğun eşiğini de aşındırmıştı. 90’ların gençlerinin çocukları şehir kültürüyle büyümüş; –“Nerelisin” sorusuna “İstanbulluyum, Ankaralıyım……………lıyım” “Annem babamda Sivaslı, …………..lı” demeye başladılar. Çünkü X kuşağı,olan babaları kendilerinin milli ve kimliksel şuurlarının oluşumuna ayıracakları zamanlarını, dernekçilik adı altında kağıt ve zar oyunlarına ayırmışlardı. Ortaya da amcasını, dayısını tanımayan, köylüsüne babamın köylüsü diye tanımlayan bir nesil çıktı. Artık yetişen çocuklarının ve şehirleşen eşlerinin de baskısıyla bizim yiğit dernekçilerimiz piyasadan el ayağını çekmişti. Arkadan gelen nesilleri de yoktu artık, çünkü bu dernekçilik işleri için biçilmiş kaftan olan ve bir nevi çantada keklik gençleri “yaşları ufak olduğu için adam yerine koyup da dinlememişlerdi”. Klişe sözler “şunun mu arkasından gidiyorsunuz, bu ne bilir bu işleri, siz beceremezsiniz” gibi kimliği belirsiz cümlelerdi. Aslında bu “yiğit dernekçilerimiz” hali hazırda ellerinin altında bulunan evlatları yerine bu idealist gençleri beğenmemezlik etmiş, eleştirmişlerdi.

Günümüze gelindiğinde bu dernekçilik işlerinde sağ baştan, sol baştan nereden sayılırsa sayılsın bir avuç genç kalmış haldedir. Onlarda zaten kendi derneklerine “aidat ödemeyen, etkinliklerine katılmayan, önemsemeyen” şuur yoksunu bir kitleyle karşı karşıya kaldıklarından ne yapacaklarını bilmez olmuşlardır. Sınavların açıkladığı hafta burs için, düğünlerinin olacağı hafta kart dağıtma ve üyelere SMS atma işlemi için, cenazelerinin olduğu hafta da baş sağlığı ve yemek dağıtma işlemi için hatırlanan bir kurum olmuştu derneklerimiz. Aslında bu işlerin ne kadar önemli olduğu biliniyor, hissediliyor ama “adam ne başımı ağrıtacam, birileri aidat öder” gibi su kurnazı cümlelerle karşı karşıya kalınıyor hergün.

Özellikle Ortaanadolu’nun daha da özele inersek Sivas‘ın sahipsiz insanı, kalabalıktan çıkıp da topluluk oluşturamayan bir kimlik bilinciyle yaşantısına devam ettiği sürece her gittiği devlet kurumunda adam yerine konulmayan, her bir metropolün ilçe belediyesinde önemsenmeyen bir kalabalığı olarak kalacaklardır. Kalmaya da mahkumdurlar. Çünkü kendilerini temsil eden Sivil Toplum Örgütlerinin kapısını işleri düştüklerinde çalıyorlar.

Dernekçiliğin toplumumuz tarafından yanlış anlaşıldığının diğer bir göstergesi de; herhangi bir dernekte bir aday grubu seçimi kazanamadığı zaman alternatif bir dernek kurması, bir başka grupta eskiden yöneticisi olduğu derneği karalama kampanyasına devam etmesidir. Sonradan da ortam “Sivas’lı dernek çöplüğüne” dönüyor.

Bütün bu olumsuzlukların içinde beni ve çevremdeki insanları en çok etkileyen hususu, bu kadar derneğimiz olduğu halde Sivaslının İstanbul gibi bir metropolde belediyelerde başkan, başkan yardımcısı ve diğer önemli görevlerde makam sahibi, Sivaslılık bilinci olan bireylerinin sayısının bir elin parmağını geçmemesidir. Bunun en büyük sorumlusu İstanbul’dan seçilen Sivas kökenli milletvekillerimiz ve iftar, piknik, birlik ve beraberlik gecesi dışında hiçbir fonksiyonu olmayan İl ve İlçe dernekleridir.

Son olarak İl ve İlçe derneklerine hitaben; “Yapamıyor, beceremiyorsanız bu işi gençlere vizyon sahibi insanlara bırakın ya da bu işi yapabilen memleketlerin sivil toplum örgütlerini örnek alın”. diyorum. Çünkü sizlerin etkinliğini önemli mevkilere yerleştirdiğiniz adam sayısına göre ölçüyoruz artık biz.

Osman ELİKÖTÜOĞLU

15 Kasım 2019

Benzer gönderiler